Zülfü Livaneli'nin 27.Mart.2012 tarihli yazısı. (Vatan Gazetesi)
Modern köle (Zülfü Livaneli)
Hafta sonunda, TBMM’nin parlamento olduğunu bilmeyen üniversite öğrencisi basında tartışılıp durdu.
Kendisine “Atatürkçü” dediği için ona sahip çıkanlar da oldu, böyle bir soruya cevap veremediği için onu yerden yere vuranlar da.
Öğrenci ise gazete bile okumadığını, daha çok “Survivor” izlediğini söyleyerek savundu kendisini.
Ve bence, milyonlarca öğrencinin sözcüsü gibiydi.
Çünkü Türkiye’de kimsenin bilgi edinmek, kültürlü olmak, öğrenmek, evrensel değerlere ulaşmak gibi bir derdi yok. Okula gitmenin tek bir amacı var, o da diploma.
Ne kadar cahil olursan ol ama bir diploma kap, çünkü iş bulmak için o kâğıda ihtiyacın olacak.
İşte gerçek bundan ibaret.
Sık sık bu memleketteki derin cehaletten yakınıyoruz ama asıl kastettiğimiz, okula gitmeyenler değil. Çünkü onların hiç olmazsa geleneksel kültür değerleri var.
Asıl sorun diplomalı cehalette.
Değerli hocaları tenzih ederek söylüyorum ama genel olarak bu ülkedeki öğretim üyelerinin kültür düzeyini ölçseniz nasıl bir ortalamaya ulaşırsınız acaba?
Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan üniversite hocaları, elindeki kâğıdı bile okuyamayan parti liderleri, basit bir gazete yazısını okuyup anlamaktan aciz üniversite öğrencileri... Aynaya baktığımız zaman gördüğümüz tek gerçek bu.
***
Cehalet küstahlıkla kol kola yürüdüğü için işin bir de saldırganlık boyutu var.
Eliniz değerse, gazetelerin internet sitelerini açın ve yazıların altına yazılan okuyucu yorumlarına bir göz atıverin. Ya da YouTube gibi paylaşım sitelerindeki mesajları okuyun.
Karşınıza çıkacak olan şey kapkara, zifir gibi bir cehalet ve bolca küfür. Ağza alınmayacak sövgülerle dolu sözüm ona yorumlar. Üstelik bu sövgülerde en ufak bir zekâ pırıltısı, bir espri de yok. Sadece analar ve cinsellik çevresinde şekillenen iğrenç, faşist klişeler.
Eğer genç kuşakları yıllar boyu vıcık vıcık bir arabesk magazinle yetiştirir, futboldan başka hiçbir konuyu önemsemeyen bir nihilizmin propagandistliğini yaparsanız, elde edeceğiniz sonuç böyle olur elbette.
Ama bu durumun, çoğunluğu rahatsız ettiğini zannedersek yanılırız. Korkunç cehalete üzülen yine sizlersiniz, bizleriz.
Yoksa herkes durumdan memnun.
Çünkü bu cehaletle yetiştirilen çocuk, içinde yaşadığı sistemi sorgulayamayacak, biraz Allah kitap, biraz da bayrak vatan laflarıyla oyları sağılacak ve ömrü boyunca tüketim toplumuna hizmet eden bir modern köle olarak yaşayacak.
Saçına jöle sürünce, ayağına bir kot geçirince mutlu olacak, tuttuğu takımın attığı golle orgazma ulaşacak, kafası dizilerle, magazinle hoşafa çevrilecek ideal yurttaş formülü.
Sistemin istediği modern köle tipi böyle. Bir ömür boyu üç kuruşa çalıştırılacak, iktidar partilerini ve uluslararası şirketleri semirtecek, kendisi de salaklar için yaratılmış bir sahte cennette mutlu olduğunu düşünerek AVM’lere koşup duracak. Sonunda posasını çıkarıp atacaklar onu bir kenara.
Eskiden köleler hiç olmazsa ayaklarına geçirilen prangaların farkındalardı, şimdikiler zincirlerini bile göremiyor.
Durumun vahametini anlatan bir örnekle bitireyim yazıyı: Son günlerde ekranlarda Adolf Hitler’in “erkek adam şampuanı” için kullanıldığı reklam filmini gördünüz mü? Hitler ağzından köpükler saçarak ve Türkçe haykırarak ekranlarımızda.
Vatana, millete hayırlı, uğurlu olsun. Bugünleri de görecekmişiz.
Zülfü Livaneli
Doğan Kuban'ın 14.Ekim.2011 tarihli yazısı. (Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji eki)
Dershane mi İstersiniz, Öğretim mi?
“Anne, ben okula gitmek istemiyorum, dershaneye gitmek istiyorum.” Bir dostumun küçük kızı annesine böyle söylüyordu. Dershane ile okul arasında yapılacak bir seçimde dershane ağır basıyordu. İlkesiz yaşamını lotaryacılığa çevirmiş bir toplumda çocuğun seçimi doğruydu. Toplum iyi bir öğretim görmeden diploma almak için pratik bir yol keşfetmişti.
DOĞAN KUBAN
Türkiye eşi olmayan gelişmelerle, eşi olmayan yozlaşmaları birlikte yaşayan belki de tek ülke. Birinci Dünya Savaşı sonunda savaşa devam ederek özgürlüğünü koruyan ve sömürge olmayan tek ülke. Çağdaş bilim, sanat ve düşünceye, yeni kurumlar yaratarak katılan tek laik İslam ülkesi. Arkasında koca bir imparatorluk ve daha eski fetihler tarihi olan ve evrensel tarihi gelişmesini 11. yüzyıldan bu yana sürdüren tek ülke.
Böyle bir ülke herhangi bir alanda yozlaşırsa bunun bu tarihi geçmişin büyüklüğü ile orantılı olması şaşılacak bir şey değil.
Dershane sistemi ülkedeki yetersiz öğretimin çöktüğünü gösteren dev bir yozlaşmadır. Her mahallede bir üniversite açarsanız, her kentte de bir bilimler akademisi açmamak için bir neden olmaz. Bu kurumlaşmayı her okula bir dershane açarak tamamlarsak, tarihimizin büyüklüğüne uygun, dünyanın en olağanüstü yoz sistemini kurmuş oluruz. Sadece birinci derecede denklem çözebilen matematikçiler yetiştiren bir öğretime ne ad verirsiniz?
Türkiye sayıya teslim oldu. Altın yerine kalaylı bakır kullanarak göz boyamayı bir yönteme dönüştürdük.
Ne var ki kapitalist dünyanın egemenlik yöntemi cehalete dayalı değildir. Dünyada eşi olmayan eğitim anomalisi, ancak bağımsız fakat cahil bir ülkenin başına gelebilirdi. Annesinden kendisini okul yerine dershaneye göndermesini isteyen çocuk, çağdaş eğitimi dışlamış, daha doğrusu ikinci plana atmış bir kısır dünya görüşünün yarattığı bir anti-kurumlaşmanın ürünüdür.
BİLGİ, İKİ BOŞ KUTUDAN BİRİ!
Dershaneleri dolduran, ellerinde koca koca test kitapları ile dolaşan kız erkek öğrenciler için bilgi, iki boş karenin bir tanesini çarpı işareti ile doldurmaktan ibarettir: Örneğin “Timur 15. yüzyılda mı yaşadı? Biri artı, biri eksi iki karecik. İstanbul Asya’da mı? Avrupa’da mı? İkisi de yanlış iki kare.
Sınav iki kutudan birine bir çarpı işareti koymaya indirgenince, sistem, bütün öğrencileri piyangocu, borsacı ve olasılıkla bir sahtekâra çevirebilir. Onun için dershane okuldan daha kolay ve eğlenceli.
Üniversitede karşınıza kalabalık bir öğrenci grubu geliyor. Pırıl pırıl ışıldayan gözler. İçlerinden zekâ fışkırıyor gibi. Sonra konuşmaysa başlamak için dostça bir soru soruyorsunuz. Yanıt yok. Çünkü yanıt ak ve kara değil. Hiç olmazsa bir cümle yapmayı gerektiriyor. Soru havadan karaya inmiyor. Soruyu iki boş kareye çeviremedikleri için, susuyorlar. Olasılıkla hocaya ukala ya da geri zekâlı olarak bakıyorlar.
“Anne ben okul istemiyorum, dershane istiyorum”un ifadesi, bu gözlerde sönen pırıltıların yerine geçen gölgelerdir.
Bu bize özgü basite indirgenmiş diyalektik sınavsal çözüm, bütün eğitimi piyango’ya çevirmiştir.Kuşkusuz 2x2=5 yanlıştır. Fakat bunu soru diye sormak da yanlıştır. ‘İstanbul’un fetih tarihi nedir? Aşağıda doğru tarihe işaret edin’ demek bir budalalıktır. Çünkü bütün kitaplarda doğrusu yazan bir tarihi yanlış yazıp çocukları şaşırtmak “Bul karayı, al parayı” demek türünden bir sahtekârlıktır.
ÇOCUKLARI SAYI OLARAK GÖRÜYORUZ
Sevgili Okurlar,
Türkiye’deki sistemin dünyada benzeri yok. Bu, ülkenin geleceğini tehlikeye düşüren bir karabasandır. İki paralel öğretim: Biri uzun ve içi boşalmış, diğeri şipşakçı ve gerçek öğretimle ilgili değil. Birinci ikinciyi besliyor.
Bundan kırk yıl öncesine kadar kendini bilen bir Cumhuriyet ailesi, o zaman yeni çıkan dershanelere çocuğunu göndermezdi. Benim elli yaşını geçen çocuklarım bu travmayı geçirmediler. O zaman bir öğrenci çıkıp “Öğretmenim, siz iyi öğretemiyorsunuz. Onun için dershaneye gideceğim” deseydi ne olurdu? Şimdi ise öğretmenler “falan kursa git, filanca dershaneye git!” diyorlar. Bu bir iflastır.
Bugünkü yoz düzenin temel nedeni, sayıdır. Türk toplumunun önemli bir zayıflığını kanıtlar. Çocuk yapmakta hamarat olan toplum, çağdaş yaşam için örgütlenmeyi gerçekleştiremiyor. Cehaleti, dünyayı doğru değerlendirmesine olanak vermiyor. Yüzyıllar boyunca kendini sömürmüş, ve bugün de sömürmek için her yalanı söyleyen Batı’ya inanıyor. Akdeniz’in çevresindeki bütün ülkelere bakın! Görmeyen sadece bakmayandır. Ama vade doldu.
Türkiye’nin sadece eğitimde değil, kentleşmede, fiziksel çevreyi korumada, tarımda, planlamada, ulaşımda bir kargaşa içinde olduğunu herkes söylüyor. Hepsi kaos habercisidir. Bunlar dünya ile paralel sorunlardır, demek bizi kurtarmaz. Çünkü bizde kural dışılık fazla ve bugünü kontrol eden bir geçmiş birikim yok. Ne var ki her sorunun yanıtı eğitim ve öğretime bağlı.
Bütün soruların yanıtlarını iki boş kareye konacak çarpıya indirgeyenler bu yozlaşmanın cezasını topluma çektireceklerdir.
***
Sevgili Okurlar,
Dershane sistemi bir eğitim kanseridir. Eğer eğitim ve öğretimin kuramsal bir temeli, felsefesi ve amacı varsa, bilgiyi ölçmek için doğru yanlış cetveli yapmak yanlıştır. Üniversite öğretiminin düzeyi bunu kanıtlamaktadır. Biz çözümü aileye ve öğrencinin yeteneğine bırakmışız. Bu bir devlet eğitim sistemi olamaz.
İnsanlar dünyayı ak ve kara diye algılamıyorlar. Cehalet de sorunları ak ve kara diye görmek, daha ince farkları algılayamamaktır. Onun için yaşamımız her zaman yeni ve çözülmemiş sorunla dolu.
Ortaöğretimde öğrencinin üç yıllık performansının sonuçları yerine, iki üç saatlik sınav önemli bir seçim ölçütü oluyor. Çocuklar bir sınava uykusuz, trafikte sıkışmış, aç ya da baş ağrılı girebilirler. Biz çocuklarımızı sadece sayı olarak mı görmeğe başladık? Acıma duygusunu yitirdik mi?
Öğretim ve çok kişiyi ilgilendiren bütün etkinlikler sadece sayıya indirgendiği zaman ne insanlık kalır ne de uygarlık ölçütleri. Bu kapitalizmin insanlığa getirdiği en büyük, belki de ölümcül hastalıktır. Sayı ile ölçmenin zavallılığına bölgeler ve gelirler arasındaki dengesizlikleri de katarsanız, Türkiye’de eğitim ve öğretimin, büyük kentlerdeki trafik gibi, bir curcuna olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Kaldı ki etrafınızda çocuğunu okutmak isteyenlerin sürekli feryatlarını dinliyoruz. Zaten öğretimin sonunda yazı turaya dönüşmesi her şeyin kanıtıdır.
SİSTEM CAHİL YETİŞTİRİYOR
Gerçi nüfus baskısı altında çarpılmamış bir etkinlik alanı da yok. Ve bu yaygınlaşmış, örgütlenmiş ve para yatırılmış dershane sistemini hemen düzeltmek olası değil. Fakat bu sistemin sadece cahil yetiştirdiğini, ve başarılı olmanın sadece aileden ve kişisel yetenekten kaynaklandığını da göz ardı etmemeliyiz.
Bu sistem ülkenin geleceğini tehlikeye atıyor. Dershaneleri darphane olmaktan çıkarıp, araştırma kurumlarına dönüştürmeyi düşünebiliriz. Bu akıllı bir planlama, uzun süreli bir program gerektirir. Bunun pek çok boyutu var. Önce politik bilinçlenme, sonra yakın gelecekte eğitim ve öğretimin işlevi konusunda aydınlanma. Sonra ana babanın çocukları için yaptıkları fedakârlığa benzer bir toplumsal fedakârlık. Ve bu iş için ayrılan para. Sonra parti politikası yerine, ülke geleceğinin öngörüleri bağlamında değerlendirme.
Öğretimin evrensel ölçütleri var. Biz uluslararası değerlendirmelerde hep geride kaldığımız için onlardan söz etmeyelim. Fakat öğretim dibe vurduğu zaman ülke ve politikacılar da dibe vururlar.
Politika duvara asılan bir reklamdır. Bir gün asılır, birkaç gün içinde yerine yenisi gelir.
Fakat kötü öğretim bütün ömrü boyunca insana ve topluma yapışmış bir hastalıktır. Kişiler ve kuşakları kurtaramazsınız.
Doğan Kuban